Kültür Mirası

Cevat Erder: “Bekçiyiz ama tecavüz ediyoruz”

Yazan: Gökhan Tan

Dünya Miras Komitesi’nin 2006’daki toplantısında, listeden çıkarılması söz konusu İstanbul’u savunan Prof. Dr. Cevat Erder “kandırıldığı” görüşünde: “Bekçisi olduğumuz kültür mirasına tecavüz ediyoruz.”

Dünya Miras Komitesi’nin İstanbul’u “Tehlike Altındaki Dünya Mirası” listesine kaydırılabileceğini ilk kez, Hürriyet eski muhabiri Ersin Kalkan’ın, UNESCO Kültür Mirası Merkezi Genel Direktör Yardımcısı Minja Yang ile Haziran 2003’te yaptığı röportajda öğrenmiştik. Yang bu röportajda İstanbul Belediyesi ile 1995’te bir araya geldiklerini, ancak geçen yedi yıllık sürede verilen sözlerin tutulmadığını söylüyordu.

Yang’ın dile getirdiği gelişmeler, Dünya Miras Komitesi’nin ertesi ay Paris’te gerçekleşen 27. oturumunda resmi olarak dünyaya duyuruldu. İstanbul, kültür mirasına sahip çıkmak konusunda üzerine düşenleri yapmadığı gerekçesiyle uyarı aldı.

Aradan yedi yıl daha geçti. Ama Yang’ın 2003’te dikkat çektiği konuların hemen hiçbirinde gözle görünür yol kat edilemedi. (Yukarıda linki verilen röportajı okursanız, bugün İstanbul’un liste dışında bırakılma gerekçelerinde çok büyük bir değişiklik olmadığını görebilirsiniz.) Aksine, bu sorunların üstüne, Haliç’teki metro köprüsü ve kentsel dönüşüm projeleri gibi, kültür varlıkları üzerinde son derece olumsuz etkilere sahip uygulamalar eklendi. Dünya Miras Komitesi’nin 25 Temmuz3 Ağustos tarihlerinde Brezilya’da gerçekleşek 34. oturumu öncesinde yıllardır “uzatmaları oynayan” İstanbul’un listeden çıkarılacağına kesin gözüyle bakılıyor. Komitenin oturum öncesinde hazırladığı ve sınırlı dağıtıma sunduğu rapor ve içeriden gelen bilgiler bu olasılığın çok güçlü olduğunu gösteriyor.

ODTÜ Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cevat Erder, Uluslararası Anıt ve Çevre Arastırmaları Merkezi’nde (ICOMOS) üst düzey görevlerde bulunmuş, merkezi Roma’da bulunan Uluslararası Kültürel Varlıkları Koruma Arastırma Merkezi’nin (ICCROM) 1981-88 yıllarında genel müdürlüğü üstlenmiş bir akademisyen. Erder’in yönetiminde bulunduğu bu kurumlar, Miras Listesi’nde bulunan varlıkların denetimi için UNESCO’nun güvendiği ve görev verdiği sivil toplum kuruluşları.

Arkeoloji kökenli Erder, üstendiği görevler nedeniyle 1985’ten bugüne UNESCO’yla yaşanan sürecin bizzat tanığı. Bunun ötesinde, özellikle İstanbul’un listede kalması konusunda, sorumlu resmi kurumlara doğrudan destek veren bir isim. Erder, 2006’da Litvanya’da gerçekleşen 30. oturumda Komite’ye karşı İstanbul’u savunan ve UNESCO’nun uyarı yaptığı konularda gelişme sağlanacağı yönünde “söz veren” heyetin sözlüğünü de yaptı.

Ancak Litvanya’daki toplantının üzerinden geçen dört yılda yapılamayanlar ve İstanbul’un listeden çıkarılma noktasına gelmesi, bu kent için “söz veren” Erden’de de hayal kırıklığı yaratmış görünüyor. Söyleşimiz öncesinde ona “Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yaptığımız söyleşide Sulukule’deki arkeolojik kazıyla bizzat ilgileneceğini ve usülsüzlük iddalarının üzerine gideceğini söylemişti. Ama Bakan’ın Sulukule ziyaretinin ertesi günü kazı alanını iş makineleri işgal etti” dedim. Erder, “Demek ki tek kandırılan sen değilsin. Dört yıl önce Litvanya’da ben de kandırılmıştım” cevabını verdi.

Prof. Dr. Cevat Erden’le İstanbul’un Dünya Kültür Mirası Listesi’nden çıkarılması üzerine konuştuk.

İstanbul’un Dünya Kültür Mirası Listesi’de yer almasının gerektiği konusunda tüm dünya hemfikir. Ama görünen o ki, ilgisizlik ve beceriksizliğin faturası yine bu kente çıkıyor. Bu noktaya nasıl geldik?
Bu tehdit 1990’lardan beri hissediliyordu. UNESCO sürekli surette ilgili kurumları uyarmaya çalışıyordu. 2000’lerde bu uyarılar Dünya Miras Komitesi’nin toplantılarında karar olarak iletildi. 2004’te Çin’de (Suzhou) yapılan’da 28. oturumda durumun ciddiyeti ortaya kondu. 2006’da Litvanya’da (Vilnius) benim de bulunduğum 30. oturuma, bu tehlikenin ciddiyetini kavramış bir ekip olarak katıldık. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bürokratları, Kültür ve Turizm Bakanlığı adına bir temsilci, Dışişleri Bakanlığı adına iki tane müsteşar, İçişleri Bakanlığı adına da bir vali yardımcısı bir heyet halinde bulunduk. Durumun farkında olduğumuzu söyledik ve düzeltecek tedbirleri alacağımıza dair söz verdik.

Siz bu heyette hangi görevle yer aldınız?

Türk ICOMOS Komitesi’nin ikinci başkanıydım. Beni de davet ettiler. İstanbul Vali Yardımcısı Cumhur Taşbaşı ilgi gösterdi ve beni de heyete kattı. Galiba yaşlı olduğum ve denetim ve dış ilişkiler konusunda da deneyimli olduğum için Türkiye adına ben konuştum. İstanbul’u savundum. UNESCO Paris merkezinin yazdığı rapordaki hataların düzeltileceğine söz verdik. Bu sözü verirken de bir yazılı belge hazırladık. Bu belge, oturuma katılanlara okundu ve heyet, bunu savunmam için bana yetki verdi.

Türkiye adına İstanbul için “söz verme” görevi size düştü yani…
ICOMOS’un Dünya Miras Komitesi’ndeki etkinliği nedir?

UNESCO bildiğiniz gibi kamusal bir örgüttür. Üyeleri devletlerdir. Kamusal örgütler karar verirken, politik baskıdan kurtulmak için güvenilir bir sivil toplum örgütünü yanlarına alırlar. UNESCO için bu sivil toplum örgütü de ICOMOS’tur. Bir değerlendirme yapmak için ICOMOS’a baş vurur. Çünkü ICOMOS’un üzerinde politik bir baskı yoktur. Tamamıyla teknik elemanlardan müteşekkildir ve akreditasyon sahibidir. Onların raporları tarafsız ve sağlam adledilir. Bir ICOMOS üyesi olarak ben de, Litvanya’da savunma yapan heyetin sivil toplum temsilcisiydim. İstanbul için yıllardır uzatma veriyorlar. “Bakın gidiyorsunuz, bakın düşüyorsunuz” diyorlar. Ama söylediğim gibi, sıkıntı daha eskilere dayanıyor. Aşağı yukarı sekiz on yıllık ciddi bir uyarı süreci mevcut.

Özetlersek, UNESCO raporlarının içeriğini belirleyen bilim insanlarından biri de sizsiniz.
Hayır. Ben sadece izleyiciyim. UNESCO, yazdığı bir rapora dair sürecin doğru gidip gitmediğini denetler. Bunu için bir heyet kurar. Bu heyetin içine ICOMOS Türk Komitesi’nden bir ya da iki kişiyi dahil eder. Biz tamamıyla işin teknik tarafına bakan uzmanlarız. Ve devamlı suretle öyle kalmaya gayret ederiz. Politik eğilim taşımayız. Ama maalesef bazı eleştirilerimizi beğenmedikleri için bizi “karşı taraftan” görüyorlar.

“Raporları çevirdik. ‘Dil bilmiyoruz’ diyemezler”

UNESCO’nun verdiği raporlar neleri içeriyordu?
Verilen raporların çoğunu biliyorum. İlginç tarafı UNESCO ilk defa bir ülkeye rapor verirken yol da gösterdi. “Şunları yaparsanız, listeden çıkarılmazsınız” dediler. Uyarıcı olduğu kadar yol gösterici, öğretici raporlarlardı. Ders verici raporlardı bunlar. Nitekim ODTÜ’deki derslerimde de kullandım bu raporları. Bunları Türkçe’ye çevirip İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne de sunduk. Bunlar nispeten teknik raporlar olduğu için Mimarlar Odası olduğu gibi çevirip herkese dağıttı. 2008 raporunu da 2010 Ajansı çevirdi. Yani dil bilmemezlik gibi bir bahanemiz de yok!

UNESCO İstanbul’dan gerçekleşmesi imkansız şeyler mi talep ediyor? Bu kadar sürede bu taleplerin hiçbirinde yol alınamamasını nedeni bu mu?
Kesinlikle değil. UNESCO gerçekleştirilemeyecek birşey istemez. Neyin yapılıp, neyin yapılamayacağını bilecek kadar uzmanlaşmış gruplar gönderilir buraya. Eğer düzgün bir sistem içinde olsaydık bunların hepsi çoktan gerçekleşebilirdi. Ve ICOMOS olarak elimizden geldiği kadar yardımcı olmaya çalıştık.

Ben, UNESCO ile gelinen noktayı bilinçli bir dirençten ziyade önemsememe ve beceriksizliğin bir sonucu olarak nitelendiriyorum. Peki sizce bu işten sorumlu kurumların UNESCO’ya karşı bilinçli bir direnci söz konusu olabilir mi?

Benim görebildiğim dirençlerden biri şuydu: ICOMOS tüm tarihi yarımada için bir eylem planı (Alan Yönetim Planı) istedi. Ancak yarımada iki belediye (Fatih ve Eminönü) arasında bölünmüştü. Bir de Büyükşehir Belediyesi devreye girince, bu üç birim bir araya gelip bütün bu alan için gerekli planı yapma gücünü gösteremedi diye düşünüyorum.


“Bizans Sarayı’nın otel inşaatı altında kalmasına neden bulabilme yeteneğini kendimde görmüyorum”


“1500 yıllık başkent İstanbul’un UNESCO’ya mı ihtiyacı var” yaklaşımı da söz konusu olabilir mi?

Olabilir tabii. Benim izlediğim kadarıyla, karar mekanizması için kendi düşünceleri içinde belirli bir politik yaklaşımları vardı. Bu yaklaşımı, yarımadanın Osmanlı sürecinin önemsendiği şeklinde özetleyebiliriz. Osmanlı sürecini canlandırmak için çaba sarf ettiler. Hatta belki politik bir değerlendirme olur ama hiç zannetmiyorum, Osmanlı’dan önceki süreç fazla rağbet gören bir süreç olarak karşımıza çıktı. Osmanlı’dan sonraki Türk mimarisi de galiba sorumluluları fazla ilgilendirmedi. Bunun en iyi örneği Four Seasons Oteli’nin ek binalarıdır. Bu binalar Büyük Bizans Sarayı’nın üzerindedir. Böyle önemli bir kalıntının üzerine bir otel uzantısı yapmanın ne kadar mantıklı, ne kadan doğru olduğunu sorgulayabiliriz. Ben buna bir neden bulabilme yeteneğini kendimde göremiyorum. Bu nedeni kesinlikle tayin edemiyorum.

Komitenin, 5266 sayılı “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması” hakkındaki kanunla da ilgili bir talebi var.
O talep gayet açık. Bu kanunun yarımadayı tehdit ettiğini söylüyorlar. Bugün gerçekten de yarımdadayı en çok tehdit eden şey yenileme alanlarının çokluğudur.

“Koruması için UNESCO’ya teklif ettiğimiz yere kendimiz tecavüz ediyoruz”

Devam eden yenileme projelerinden geriye dönüş imkansız görünüyor. En canlı örneği Sulukule. Türkiye bu projelerden vaz geçmediği sürece UNESCO listesinde kalması bir hayal midir?
Tabii ki. Sulukulealırsak örneğin, uluslararası yasalar ve anlayış dışında bir muameleye tabi tutulmuş ve yerle yeksan edilmiştir. Yerle yeksan edilmiş Sulukule’nin üzerine getirilmiş yenileme projesi de bunun üzerine tüy dikiyor. Tüy dikmenin yanında, Dünya Miras Listesi’nde yer alan ve üzerinde son derece hassas durulması gereken bölüme de tecavüz ediliyor. Yapılan şey sadece tarihi bir kalıntının tahrip edilmesi değil, korunması için UNESCO’ya teklif edilmiş kara surlarına da tecavüz ediliyor. Bu yerler listeye girdiği zaman artık sadece bizim değildir, dünyanın malıdır. Biz, bekçisi olduğumuz yere tecavüz ediyoruz. Biz Dünya Miras Listesi’ne İstanbul’da dört yer teklif ettik. Teklif edilip miras listesine kabul edilen varlıklarıden biri de kara surlarıdır.

O halde bugüne kadar İstanbul’un listede kalması için hiçbirşey yapılmamış?
Çok şey yapılmış ama hepsi eksi yönde.

Olumlu hiçbir çaba yok mu?
Bazı şeyler var aslında. KUDEB(Koruma, Uygulama, Denetim Bürosu) kuruldu örneğin. Sonra iki üç tane toplantı yapıldı. Ahşap eserleri koruma toplantısı, surları koruma toplantısı. Teknik elemanlar yetiştirilmesi, bir takım eğitim programları, atölyeler yaptılar. Ama bunların hepsini bir araya getirip bir politika belirleme becerisini gösteremediler. Gerekeni yapmadılar.

Son zamanlarda UNESCO’nun en çok eleştirdiği konulardan biri de Haliç’te inşasına başlanan metro köprüsü. Bu projenin revize edilmesi için üst düzeyde girişimlerde de bulundular. Neden bir sonuç alınamadı?

UNESCO bu köprünün yapılması için Büyükşehir Belediyesi’nin sunduğu projenin denetimden geçmesi gerektiğini söylüyor. “Bu proje uygun değil” diyor. Ama belediye diyor ki “Hayır, en uygun proje.” Paris’teki UNESCO daimi temsilcimizin bu konuda yoğun çabaları oldu ancak ilgililer bu konuda adım atmadı. En büyük eksikliğimiz koordinasyon. UNESCO da zaten bunu söylüyor.

Prof. Dr. Cevat Erder*
Türkiye ve dünyada kültür varlıklarının korunması alanının öncü isimlerinden olan arkeoloji kökenli Cevat Erder, 1964 yılında, hâlâ ODTÜ Mimarlık Bölümü’ne baglı bir lisansüstü program olarak devam etmekte olan, Tarihi Anıtların Bakım ve Onarımı Bölümü’nün kurulması çalısmalarına katılmak üzere Orta Dogu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde görev aldı.

1964-73 yılları arasında söz konusu bölümün baskanı, 1977-79 yılları arasında da ODTÜ Mimarlık Fakültesi dekanı olarak görev yaparken 1965-74 yılları arasında aynı zamanda da Uluslararası Anıt ve Çevre Arastırmaları Merkezi (ICOMOS) Yürütme Komitesi üyeliği yaptı.

1981-88 yılları arasında üst üste iki kez merkezi Roma’da bulunan Uluslararası Kültürel Varlıkları Koruma Arastırma Merkezi’nin (ICCROM) genel müdürlügüne seçilen Erder, 1986 yılında El Aksa Camisi’nin restorasyonu ile Aga Han Mimarlık Ödülü’nü, 1997’de ICCROM Ödülü’nü, 2003 yılında da ICOMOS’un Pietro Gazzola Ödülü’nü kazandı.

2004 yılında ise “ODTÜ – Tarihî Anıtların Bakım ve Onarımı Bölümü’nün kurulması, ulusal ve uluslararası ölçekte koruma ve özellikle koruma egitimine verdigi hizmet, kültür varlıklarının korunması ile ilgili disiplinin Türkiye’de kurulması ve kurumsallaşmasındaki öncülüğü” nedeniyle Türkiye’nin prestijli “TÜBİTAK Bilim, Hizmet ve Tesvik Ödülleri”
kapsamında verilen “Hizmet Ödülü”ne layık görüldü.

Halen UNESCO İzleme Komitesi ve ICOMOS Türkiye Ulusal Komitesi üyelikleri bulunan Cevat Erder, tüm meslek yasamı boyunca kentsel ve diğer çevresel tehditler altındaki kültürel mirasın korunması konusunda acil önlemler alınmasına öncülük eden kampanyaların baslatıcısı ve yürütücüsü oldu ve, Sulukule gibi örneklerden bildigimiz gibi, halen de olmaktadır.

Yöneticiligin yanı sıra, özellikle mimarlık tarihi ile anıtların korunması ve onarımının tarihi ve kuramı alanlarında verdigi dersler ve seminerlerle de halen bu alanda etkin görev yapmakta olan pek çok uzmanın yetismesine katkıda bulunmustur. Yayınları arasında Our Architectural Heritage: From Consciousness to Conservation (UNESCO, 1988) ile referans kitabı olma niteliği nedeniyle ODTÜ Mimarlık Fakültesi tarafından yakınlarda tekrar basımları yapılan Tarihi Çevre Kaygısı ve Tarihi Çevre Bilinci kitapları bulunmaktadır.

*Kaynak: http://www.iyte.edu.tr/

Yorum yazın