Kültür Mirası

Elveda İstanbul

Yazan: Gökhan Tan
Gökhan Tan

UNESCO’nun yedi yıldır yaptığı uyarıların göz ardı edilmesi, İstanbul’un büyük ihtimalle Dünya Kültür Mirası Listesi’nden çıkarılmasına neden olacak.

Türkiye’nin Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giren ilk varlığı İstanbul, kültür mirası üzerindeki yanlış uygulamalar ve yetersiz koruma nedeniyle “küme düşüyor”. Çok büyük bir sürpriz olmaz ise kent, bir alt kategoriye kaydırılıp “Tehlike Altındaki Dünya Mirası” listesinde yer alacak. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu UNESCO’nun, 25 Temmuz3 Ağustos tarihlerinde Brezilya’da düzenlenecek 34. oturumu öncesinde hazırladığı rapor bu olasılığı çok güçlü kılıyor.

Dünya Miras Komitesi
, 1 Haziran tarihinde sınırlı dağıtıma sunduğu raporda İstanbul’u “Tehlike Altındaki Dünya Miras Listesine dahil etmeyi isteyebileceğini düşündüğünü” ifade ediyor. Komite, İstanbul’un listede yer alan varlıklarının korunma durumlarının incelendiği bu raporda kentin yaşadığı sorunlara detaylarıyla yer veriyor.

Rapordaki maddeler

UNESCO Dünya Miras Komitesi'nin komitesinin 1 Haziran tarihli raporu özetle şu eleştirileri içeriyor:

Zeyrek ve Süleymaniye’deki Osmanlı ahşap evlerinin durumu giderek kötüleşiyor… Kent surları ve bunlara bağlı yapıların tamiratı için çaba harcanıyor ancak uygulanan projelerin kalitesi, evrensel standartların çok altında… Kültürel varlıkların korunmasından sorumlu merkezi ve yerel yönetimler birbirinden kopukYenileme Alanları Hakkındaki 5366 Sayılı Kanun kapsamında yapılan uygulamalar, tarihi yarımadayı ve dünya miras alanlarını tehdit ediyor… (Bkz. Sulukule) Bizans Sarayı üzerine inşa edilen Four Seasons Oteli ek inşaatının durdurulması umut verici. Ama otelin altındaki arkeolojik kalıntılar korunamıyor… Ulaşım projelerinin tarihi doku ve çevre üzerindeki etkileri dikkate alınmıyor.

Mirasa hıyanet

İstanbul’un Dünya Kültür Mirası Listesi’nden çıkması ne anlama geliyor?

1972’de kabul edilen Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme’yi imzalayan ülkeler (187 ülke), sahip olduğu varlıklara dair şu şartları kabul ediyor: “Bütün insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal varlıkları dünyaya tanıtmak, toplumda söz konusu evrensel mirasa sahip çıkacak bilinci oluşturmak ve çeşitli sebeplerle bozulan, yok olan kültürel ve doğal değerlerin yaşatılması için gerekli işbirliğini sağlamak.”

Türkiye bu sözleşmeyi imzalamayı 1982’de kabul etti. Ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin UNESCO’ya başvurusuyla ilk üç varlığımız, Divriği Ulu Camii, Göreme Milli Parkı ve İstanbul’un tarihi alanları dünya mirası sayıldı. (Listedeki varlık sayımız ilerleyen yıllarda dokuza yükseldi.) Böylece listeye giren varlıklarımızın tüm insanlığın ortak değeri olduğunu kabul ettik ve onları korumak için üzerimize düşeni yapacağımıza dair güvence verdik.

İstanbul’un listeden çıkarılması durumunda Türkiye Cumhuriyeti verdiği sözü yerine getirmemekle kalmıyor, ortak değerlerini koruyamadığı için tüm insanlığa karşı da borçlu duruma düşüyor.

İstanbul’un UNESCO’ya ihtiyacı var mı?

Buna rağmen, özellikle son yıllarda UNESCO’nun İstanbul hakkındaki endişelerinin artması ve bunu sık sık dile getirmesi kimi çevrelerde “siyasal baskı” olarak görüldü. “İstanbul’un UNESCO’ya ihtiyacı mı var” yorumları yapıldı. Yıllardır dile getirilen ve düzeltilmesi hiç de imkansız olmayan aksaklıklar göz ardı edilerek, UNESCO’ya karşı direnç gösterildi. Örneğin UNESCO’nun, liste dışına almamak için İstanbul’a dördüncü defa ek süre tanıdığı 2009’da Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mimar. Dr. Kadir Topbaş durumu şöyle değerlendiriyordu:

“Maalesef Türkiye’de bizim çok panik atak tavırlarımız var… UNESCO dünyanın birçok yeriyle ilgili bir takım raporlar hazırlıyor… Ancak o ülkelerde bizdeki kadar panik yapılmıyor… UNESCO bilimsel değerlendirme kurumu olarak değil, bir tavsiye kurulu olarak çalışır.”

Oysa Mimar Dr. Kadir Topbaş’ın “bilimsel değerlendirme kurumu” olarak görmediği UNESCO, raporlarını, en üst düzeydeki bilim insanlarının gözlemlerine göre oluşturuyor. Bu gözlemlerde UNESCO’ya en büyük desteği, her ülkede temsilcileri bulunan Uluslararası Anıt ve Çevre Araştırmaları Merkezi’nin (ICOMOS) bağımsız uzmanları veriyor. Gelgelelim Mimar Dr. Topbaş’ın dile getirdiği “paniksizlik” İstanbul’u listenin dışına da taşıyabiliyor.

Sadece dört yer mi?

Komitenin hazırladığı raporda tarihi varlıkları tehdit eden unsurlar ve çözüm önerileri detaylarıyla verilmiş. Ancak dikkat edilmesi gereken şey, bu detaylı ve uzun raporun, kentteki kültür mirasıyla ilgili tüm sorunlara yer vermemesi.

Kadir Topbaş: “Gereksiz panik”

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mimar Dr. Kadir Topbaş, 2009’da UNESCO’nun İstanbul için yaptığı uyarıları şöyle yorumlamıştı:

“Maalesef Türkiye’de bizim çok panik atak tavırlarımız var. Hemen panikleyip olayları farklı boyutlara çekiyoruz. UNESCO dünyanın birçok yeriyle ilgili bir takım raporlar hazırlıyor. Bir takım tavsiyelerde bulunuyor. Ancak o ülkelerde bizdeki kadar panik yapılmıyor. Bir kere bunun altını çizmek istiyorum. UNESCO bilimsel değerlendirme kurumu olarak değil, bir tavsiye kurulu olarak çalışır. UNESCO’nun verdiği kararlar değerlendirilir, ona göre düzenlemeler yapılır.”

Çünkü Dünya Miras Listesi’nde İstanbul dört bölgesiyle yer alıyor. Uluslarası sözleşmeyle güvence altına alınmış bu dört varlığının bile bu kadar çok sorunla boğuşması, kentin geçmişi ve sahip olduğu tüm kültür varlıkları düşünüldüğünde, İstanbul için tehlikenin boyutunu anlamamız konusunda bir refarans olduğu söylenebilir.

İstanbul’a bedel bir köprü

Raporda, Yenileme Alanları Hakkındaki 5366 Sayılı Kanun’un olumsuz etkilerinden, kültür mirasının korunmasından sorumlu resmi birimlerin birbirinden kopukluğuna kadar birçok aksaklık sıralanmış. Dokuz maddede açıklanan bu aksaklıkların içinde göze en çarpanı, yapımı yıllardır tartışılan ve sadece İstanbul’a değil tüm ülkedeki korumacılık anlayışını zedeleyen Haliç’teki metro köprüsüyle ilgili.

Komite, mevcut projeyle bu köprünün evrensel kültür mirası kriterlerine karşı geldiğini ve insan dehasının baş eseri sayılan Süleymaniye Camii ve çevresindeki yapıların görünümünü ters etkileyeceğini dile getiriyor. Ve açık açık “Haliç Köprü Projesi’nden vaz geçilmemesi durumunda İstanbul’u tehlike altındaki listeye almayı tartışırız” diyor.

UNESCO’nun, Haliç’te tarihi dokuya uygun bir metro köprüsü yapılması için verdiği çabayı yakından biliyorum. UNESCO uzmanları, “daha uygun bir proje” yapılabilmesi için İstanbul’a defalarca geldiler. İstanbul’un listeden çıkarılmasını, İstanbul’un yerel ve merkezi yöneticilerinden daha çok önemseyen UNESCO bu çabasını, Haziran’ın son günlerine kadar sürdürdü. Çünkü listeden çıkarılma tehlikesi, bir olasılığın ötesine geçmiş ve gerçekleşmek üzereydi. Ancak bir sonuç alamadı.

İstanbul listeden çıkarılır ise, bunun en büyük nedeninin Haliç metro köprüsünün inşası için gösterilen inat olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Listede kalmak sevindirmeli mi?

Tüm bu olumsuz tabloya rağmen İstanbul listede kalırsa sevinmeli miyiz?

Bu listede yer almak, İstanbul ve Türkiye için bir prestij. Dünyanın bizim hakkımızda ne düşündüğünü, gerçekte ne olduğumuzdan daha çok önemseyen bir toplum olduğumuzu düşündüğümüzde, UNESCO listesinde kalıp kalmamayı bu kadar hafife almamız “garip”. Ayağımıza kadar gelen uzmanlara, hatta bizzat UNESCO başkanına kulağımızı tıkamamız tam anlamıyla cahil cesareti.

UNESCO’nun İstanbul’un kültür mirasını tescil edip etmemesi dünyanın sonu değil belki de. Ama Sulukule’yi, 1500 yıllık kent surlarını, otel altında kalan Bizans sarayını koruyamaz ve Süleymaniye siluetini uyduruk bir metro köprüsüne değişirken kültür mirasının tehlike altında olmadığını söyleyebilir miyiz?

Listedeki İstanbul

İstanbul, Dünya Kültür Miras Listesi’nde tarihi alanlarıyla yer alıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın internet sitesinde, bu alanların listeye dahil olma gerekçesi şöyle ifade ediliyor:

“Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlayan stratejik konumu nedeniyle tarihi boyunca kentte hüküm süren uygarlıklar için daima çok önemli olmuştur. Bu özellikleri ile kent, Roma, Bizans ve Osmanlı gibi büyük İmparatorlulara başkentlik yapmıştır. Bu görkemli geçmişi ile farklı dinleri, kültürleri, toplulukları ve bunların ürünü olan yapıtları benzersiz bir coğrafyada bir araya getirir.”

Listede “İstanbul’un tarihi alanları” ismiyle anılan dört varlığın açılımı ise şöyle:
1) Hipodrom, Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camisi ve Topkapı Sarayı’nı içine alan Sultanahmet Arkeolojik Parkı.
2) Süleymaniye Camisi ve çevresini içine alan Süleymaniye Koruma Alanı
3) Zeyrek Camisi ve çevresini içine alan Zeyrek Koruma Alanı
4) Tarihi Surlar Koruma Alanı.

Yorum yazın