Gündem

Tatava yapma zamanı

Yazan: Ahmet Şık

Çare seçim değil bu oyunu, bu bozuk düzenin oyun kurucusu olanların belirlediği oyun kurallarıyla oynamayacağımızı ilan etmekten geçiyor.

Yolsuzluk iddiaları, bu iddiaların kanıtı olarak internete sızdırılan telefon konuşmaları, iktidarın despotizminin artması, Gezi isyanından bu yana kitleselliğini yitirmiş görünse de hız kesmeyen sokak muhalefeti, Gülen Cemaati ile AKP arasındaki savaşın şiddetlenmesi, bu savaşın bir sonucu olarak düşmanımın düşmanı dostumdur anlayışıyla ortaya çıkan garip ittifaklar…
Argümanları çoğaltabiliriz elbette ama bu temel başlıklar üzerinden bakıldığında kendini AKP karşıtlığı üzerinden konumlandıran herkeste iktidarın alt edileceğine dair bir umut ortaya çıkmıştı. İktidar cenahının ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gerilimli hali, bu gerilimin yansıması olan internet yasakları ve gösterilen tepkilerle beslendi umutlar. Ancak Erdoğan’ın sıklıkla vurgu yaptığı “sandık demokrasisinin” sonucu gösterdi ki bu umutlar boş hayalmiş. Sağa yatmış CHP’nin, temel haklar ve özgürlükleri ile demokrasi konusunda net tutum almak yerine daha da sağcılaştırılmasıyla alternatif olacağı düşüncesi de boş hayalmiş. Daha doğrusu sandık demokrasisi diye adlandırılan bu oyuna, oyun kurucuların kurallarıyla dâhil olmak çare değilmiş.

Orijinali varken sağcılığı taklit etmek

Seçmenin büyük çoğunluğunun sağcı olduğu bir ülkede sağcılığın bütün kötü özelliklerini içinde barındıran bir iktidar partisi varken, “çakma” bir sağcılıkla AKP’den rol çalmaya kalkmak ise boş hayalleri süsleyen parti olan CHP’nin hatasıydı. CHP yıllardır bu hatada ısrar ederek yoksul ve emekçi kitlelerle bağını zayıflatması, AKP’nin ayni nitelikteki sosyal yardımlarına muhtaç bu kitlenin iktidar karşıtı seçmen nezdinde “oylarını makarnaya satanlar” aşağılamasına maruz bırakılması da bir başka hataydı. Bu yardımların sadece kendi iktidarıyla var olacağı algısını yerleştiren AKP’nin doğal oy deposu haline dönüşen ve “makarna, bulgur seçmeni” denilenler için o yardımların ne anlama geldiğine dair meyhane masalarındaki akıl yürüten bu seçmen kitlesinin nadiren medyada sıklıkla sokakta karşılaştığı yoksulluk manzaralarına üzülmesinin vicdanları rahatlattığı düşüncesi de hataydı. Zenginleşme ve refah vaadini kredilerle dönen bir ekonomi üzerinden gerçekleştiren AKP’nin yarattığı yeni orta sınıfın elde ettiği görece maddi kazanımların önemi de anlaşılamadı. Bu yüzdendir ki bu alt ve orta sınıfa değen bir politik hat çizilemedi. Zenginlik ve yoksulluk arasındaki uçurumun bunca derinleştiği bir dönemde, kendini sol olarak sunan sağcılaşmış bir partinin, aşağılanan emekçi kitlelerin yoğun yaşadığı kentlerden oy alamaması da haliyle doğaldı.

Kürt meselesinde sözü olmayanlar

Memleketin can alıcı sorunu Kürt meselesi hakkında sözü olmamak ya da gürültüyle çıkan sözlerin ırkçılığın bir tezahürü olan Ulusalcılık denilen zihniyetle dile getirilmesi ise en büyük hataydı. Kürtleri kendi öz varlıklarıyla TBMM’ye taşıyan parti olan, sosyalist geçmişten gelenlerin de darbe sonrası dönem için kendilerini ifade edebildikleri bir parti olan SHP’nin çizgisinden bu kadar uzaklaşılmasının bir yaptırımı olmalıydı. Öyle de oldu. Sosyal demokrat tanımına yakın partilerin doğal oy deposu olan Kürt seçmenleri için artık CHP’nin yok hükmünde olmasının nedenlerine dair parti ve seçmenlerinin kafa yorma vakti geldi de geçiyor. Kürt meselesi konusunda ülkenin en ırkçı tutumunu alanlardan biri olan, bir dönem iktidar ortaklığı yaptıkları AKP ile birlikte kanunları eğip büken, kontrgerilla yöntemleriyle türlü çeşitli hukuksuzluklara imza atan Gülen Cemaatiyle ittifak yapmak ise hataların en omurgasız olanıydı. Mağdur ettikleri bir yana, seçimlerden çok büyük yaralar alarak çıkmamasına karşın Cemaatle girdiği çukurda debelenmek zorunda kalan AKP ve Erdoğan’ın yaşadıkları bile bu ittifakın olmaması için yeterli nedendi hâlbuki.

Yerleşik ve kalıcı bir demokrasi talebi

CHP üzerine söylenecek çok şey var. Ancak uzatmanın manası yok. Hele ki Gezi isyanıyla birlikte sorunların çözümünün, bilerek ya da bilmeyerek sol siyasetten geçtiğinin bunca net bir şekilde dile getirilmiş olmasına rağmen sol sanılan CHP’yi daha da sağa çekerek sağdan oy çalma planının tercih edilmesinin çare olmadığı umarım anlaşılmıştır. Yapılacak olan belli. Politik anlayışını her türden farklılığa saygı çerçevesinde temel hak ve özgürlükler odaklı ilkeler üzerine oturtarak yerleşik ve kalıcı bir demokrasi talep eden bir parti olmak. Gündelik kazançlar sağlayacak kirli ittifaklar kurarak sağcılığa yönelmek yerine demokratik ve hukuki ilkelere sahip çıkmak, sosyalist sol ve Kürt siyasal hareketiyle arasındaki makası daraltmak CHP’nin küçülerek büyümesini sağlayacak en önemli değişim olabilirdi.

“Bizim Büyük Çaresizliğimiz”

Barış Bıçakçı’nın, “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” adını verdiği o güzel okunası kitabı “Her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi?” diye başlar. Seçimler öncesinde kimin kime oy vereceği ve bu tercihi belirleyecek ittifakların iktidar karşıtı blok tarafından istenilen değişimi sağlayacağı ihtimalinin akla getirdiği de bu cümle oluyordu. Seçimlerine ardından ortaya çıkan sonuç ise bu ihtimalin de olmayacağını kanıtladı. Zulmünün tadını çıkaran Başbakan Erdoğan’la simgeleşen AKP karşıtlığı seçimlerde karşılığını bulsaydı gerçekten de şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına inanabilecek miydik? Mevcut siyasi denklemde yer alan en önemli aktör olan AKP’nin sadece zulüm ve baskıyla kendisini var etmekte diretmesinin ve bu otoriterliğe son verecekleri iddiasındakilerin mecburiyet partileri olmaktan öte gidememesini düşününce yanıt elbette hayır.

Tatava yapacak yerde sinizme teslim olmak

Tam da bu nedenlerle, son yerel seçimler öncesi “tatava” yapma zamanıydı. Ancak hatalı bir şekilde sadece AKP karşıtlığı üzerinden, “tatava yapma bas geç” anlayışıyla hangi parti ya da adaya oy verilmesi durumunda otoriterliği geriletebiliriz gibi dar ve kalıcı, çıkar odaklı bir politik anlayışa sıkışıldı. Erdoğan’la simgeleşen AKP zulmünün şiddetini düşündüğümüzde haklı gibi durmakla birlikte nihayetinde şer ile ehven-i şer arasındaki kötü sağ seçenekler üzerinden politik anlayışı sınırlandırılmış oldu. Bu da demokratik bir sol perspektifle çözüm üretmekten geçen temel meseleleri halletmek yerine seçmeni sağcı bloklar arasındaki didişmenin bir piyonu haline getirdi.
Hâlbuki Gezi isyanıyla açığa çıkan talepler bilinçli ya da değil sorunların çözümünün demokratik, temel hak ve özgürlükler ile inançlara saygılı, yoksulluk ve yolsuzlukların ve elbette talancılığın sol perspektifle çözümü noktasında odaklanıyordu. Bu taleplerini sokakta ve direnerek dile getiren kitlelerin enerjisi, gücü sistemin sürekliliğinin araçları olan ve sağcılıkları tescilli partiler eliyle deyim yerindeyse uysallaştırıldı. Güç savaşına girene dek AKP’yle iktidarı paylaşan karanlık bir güç olan Gülen Cemaatinin müsebbibi olduğu telefon kayıtlarıyla siyasetin yeniden dizayn edilmesine meşruiyet sağlandı. Geçmişte de birçok insanın canını acıtan bu kontrgerilla yöntemleriyle AKP’nin zayıflatılabileceği umudu koca bir illüzyondu. Bu illüzyonun büyüsüne kapılındığı içindir ki saçma ve kirli ittifaklara onay verildi. Bu onayın sandıkta karşılık bulacağı yalanına inanıldı. Tam da bu yüzden Gezi isyanıyla kitleselleşen haklı talepler içeren toplumsal muhalefet enerjisi sinizmin bataklığına itilmiş oldu.

AKP hırsız, Cemaat çete

Daha çok metropollerde karşılaşılan, AKP karşıtlığını sadece kendi sosyal ve siyasal çevresinden ibaret sananların iktidarın geriletileceğinin büyüsüne kapılması, doğru siyasal ve sosyal perspektif barındırmayan tercihlerin dillendirilmesine yol açtı. AKP’nin hırsızlık, yolsuzluk yaptığını, din tüccarı olduğunu, gencecik çocukları sokak ortasında katleden emirler veren bir katiller şebekesi olduğunu anlamak için internete sızdırılan telefon kayıtlarına ihtiyacımız yoktu. Aynı şekilde bu telefon kayıtlarını sızdıran güç olan Gülen Cemaatinin, ülkenin son dönemdeki kontrgerillası olma işlevini üstlenmeye çalıştığını bilmek için AKP’yle güç savaşa girmesine ihtiyacımız olmadığı gibi. Doğru siyasal tutum AKP’nin hırsız, talancı ve kendi çıkarları için katliam yapmaktan geri durmayan bir zalim, Gülen Cemaatinin de yıllarca bu pislikten beslenen bir diğer karanlık yapı olduğunu en güçlü biçimde ifade etmekti. Gerçek suçluları gerçek suçlarıyla adlı adınca anmaktı. Geçmişte suç ortakları olan bu iki kirli güç odağının ikisinin birden geriletilmesi seçeneği bu kadar açıkken, bu odaklardan birine yanaşarak meseleyi sadece AKP’nin geriletilmesine indirgeme kolaycılığı mevcut sonuçları doğurdu.

Kürtler için özeleştiri zamanı

Bu kısır döngünün ortasında haklı bir pragmatizmle müzakere süreci denen sahte barış döneminin arkasında durmayı tercih eden Kürt hareketi ise kendi politik çizgisinde kendilerince haklı ve tutarlı bir siyaset izledi. Ancak bu da Kürt siyasal hareketinin neden Türkiye partisi olmayacağının da yanıtı oldu. Gezi isyanına mesafeli duruşun nedeni de olan, AKP ya da Erdoğan sayesinde varolduğu düşünülen çatışmasızlık sürecinin yitirileceği kaygısıyla, barış süreci Erdoğan’ın eline ve diline rehin bırakıldı. Başlangıçta yapılan yanlış analizlere dayanılarak Gezi direnişine verilen yetersiz destekten başlayarak Kürt hareketinin de ciddi bir özeleştiri yapmasına ihtiyaç olduğu ortada.

Her şey şimdi başlıyor

Hal böyleyken, bu seçimlerde ortaya çıkan sonuç kanımca ne sürpriz ne de şaşırtıcı. Sistemde gedikler açabilecek asgari ve gerçekçi uzlaşı noktalarında bile bir arada duramayan bu dağınıklıkla herhangi bir politik kazanım elde etmenin yolu yok. Ancak bize rehberlik edecek, somut kazanımlar sağlayacak bir rehberimiz var. Her ne kadar seçimler öncesinde siyasi bir pragmatizmle sinizmin kollarına hapsedilmeye çalışılsa da Gezi isyanıyla açığa çıkan enerjiyi sivil politik bir hatta çekmek. Bunun yolu da Gezi isyanındaki en basit bir dille daha fazla hak, daha fazla özgürlük dolayısıyla daha fazla demokrasi talebini doğru bir üslupla dile getirenlerin bir arada durmasından geçiyor. Yolsuzluk, yoksulluk, talancılık ve çeteleşmeye karşı oluşan haklı öfkeyi sinizm bataklığına boğmadan doğru somut öneriler etrafında örgütleyecek bir siyasal birliktelik en azından iktidar ya da muhalefet partilerinin hizalanmasını sağlayacak. Sorunların çözümünün, her türden farklılığa saygılı ve eşit mesafede duran kalıcı ve yerleşik bir demokrasi anlayışını içselleştiren bir sol siyasetten geçtiği bir politik alanı hep birlikte inşa etmek her şeye rağmen mümkün. Bu seçim sonuçları önümüzdeki sürecin zulmün arttığı, otoriterleşmenin her alanda kendini fazlasıyla hissettireceği bir hegemonik baskı döneminin de işareti.
Barış Bıçakçı adını andığımız kitabında, “Tanıklarla, kanıtlarla, uygun adım yürümek için ikide bir ayak değiştirme imkânı veren gerçeklerle ne kadar üstümüze gelseler, boşuna! İnanmayız. ‘Geçen bir şey yok!’ diye bağırırız” dediği cümle şöyle biter: “Her şey tam şimdi yaşanıyor!”. Baskının artacağı, korku ikliminin hâkim kılınmak isteneceğine dair endişeler barındırdığımız bu süreci tersine çevirmek mümkün. Bu da bu oyunu, bu bozuk düzenin oyun kurucusu olanların belirlediği oyun kurallarıyla oynamayacağımızı ilan etmekten geçiyor. İşte bu yüzden her şey tam şimdi yaşandığı bu dönemde her şey şimdi başlıyor.

Yorum yazın